Acımızda Beraberiz

Bir sabah korkunç bir gürültünün ardından zıplatarak uyandıran yer sarsıntısıyla, hiç bilmediğin bir gerçekliğe girdiğini farzet, öyle ki daha önce öğrendiğin kelimelerin anlamı değişmiş, kendini ifade etmekte zorlanıyorsun.

Ev artık korunağın değil, o kadar tehlikeli ki adım bile atamıyorsun eve. Merdiven anlam ifade etmiyor, sokakta parçalanmış kaldırım taşından farksız, ne yere ne de üst kata bağlı, üst kat yok ki. Kapılar sana yeni bir alan açmıyor.

Perdeler camları örtmüyor, “Camsız duvarsız perdenin ne anlamı var?” diyeceksin. Perdeler enkazı örtüyor, rüzgârla dalgalanıyor havada, terkedilmiş şehirdeki hayaletler gibi. Bütün bağlar çözülmüşken, ufalanmışken yapılarda, perdeler hala bir yerlere takılı, dalgalanmaya devam ediyor.

Mutfak yemek yapmak için değil, öylece yolun ortasına konmuş, bekliyor bir geleni sanki, ama kimse gelmiyor. Yemek evde pişmiyor, yardıma gelen kurumlar – bildiğin, bilmediğin diyarlardan – yemek pişiriyor senin icin. Okul okumak, hastane doktora gidip iyileşmek için değil artık, kimse girmiyor içeri.

Çadır, tatillerdeki kamplar için değil, artık senin yaşam alanın – eğer şanslıysan binbir onaydan geçip çadırını kurduysan. Parklar bahçeler oyun alanı olmaktan çıkmış, çadır kentlere dönüşmüş.

Farzet ki yetişkin değilsin. En azından biz yetişkinler yaşadık yaşayacağımızı, hiçbir şeyin kalıcı olmadığını gördük, ve tecrübelerimizi entegre ederek yeni hayatlar kurabileceğimizi umut edebiliyoruz. Er veya geç.

Farzet ki çocuksun. Bütün bildiklerin bir anda tuzla buz olmuş. Farzet ki yakınlarını, hem de çok yakınlarını, kaybettin. Farzet ki korku içinde örümcek ağını örmeye başlamış. Farzet ki etrafında ne olup bittiğini anlamıyorsun, içindeki acıyı ifade edemiyorsun, hissedemiyorsun.

Bu depremden en çok çocuklar etkilendi. Samandağ, Hatay’da enkazın arkasından masmavi parlak bir gökyüzünün altında rengarenk kelebekler gibi çocuklar çıkıyordu yıkık binaların arasından. Umutla ve dayanışmayla koşuşturuyorlardı. Ufacık bir oyuncak onları güldürebiliyor, sıcacık bir dokunuş yüzlerine utangaç bir hava getirebiliyor, kısacık bir konuşma ile bağlanabiliyorlardı. Yeniden. Çocuk olmalarına müsaade edildiğinde felaketin ortasında bile kalplerindeki coşku alkışlarla daha da çoşabiliyordu. Yeniden.

Terkedilmiş hastanenin bahçesinde kurulan çadır revirlerinin arasında ufacık bir kiz çocuğu taşlarla oynuyordu. İlk önce taşları kaldırıp toprağa koyduğunu, sürüdüğünü düşündüm, yaklaşınca anladım ki büyük taşlarla bir yapı kuruyordu, bir yandan da destekliyordu yapıyı ufak taşlarla. Deprem bu kız çocuğunun şimdi oyununu sonra da hayatını şekillendirecek.

Samandağ’da gönülden yardım eden, cesur, cömert bir sürü kişiyle kuruluşlarla tanıştım, gördüm tanışma fırsatı bulamadım – kendilerini depremzedelerin hissettiklerini hissetmeye, düşündüklerini düşünmeye adamış.

Karaçay Tomruksuyu onlardan biri. 6 Şubat öncesinde Karaçay Tomruksuyu diye birşey yoktu. Depremde enkazdan yaralıları kurtarmak için gelen üç genç – ikisi yerli Samandağlı, biri İstanbul’dan- baktı ki enkaz için alete belli bir eğitime ihtiyaç var. Sağ kalanlara yardım etmeye karar verdiler. Kurucularından Ümit Güç’ün anlattığı gibi ilk önce gelen malzemeleri dağıttılar sonra, psikolojik ve sosyal destek verdiler, çocuklara oyun, etkinlik, müzik, kitap sağladılar. Çocukların yeniden çocuk olabilecekleri bir alan yarattılar.

Yapmak istedikleri burada bitmiyor Karaçay Tomruksuyu’nun. Açık alanda film göstermek istiyorlar, konserler düzenlemek, kısa film ve senaryo atölyeleri kurmak istiyorlar. Ümit Güç bunları anlatırken “Nasıl da kalbinden konuşuyor, nasıl da hakim duruma” diye geçirdim içimden. “Neden film?” diye de düşünmedim değil. Sonradan ögrendim ki, Ümit Güç, yönetmen, en son çektiği kısa film Karıncaların Ayak İzleri, çocuklarını ararken – Barış ve Evin (Kürtçe’de Sevgi demek) yerli ve göçmen ailelerin, anlaşmazlıklarını bir tarafa bırakıp, aslında insanlığı aramalarını anlatıyor. Aldığı ödüller arasında Avrupa Birliği İnsan Hakları Kısa Film Yarışmasında ikinciligi var. Ertesi günü filmi izlerken, telefonumdan kulaklıkla, etrafımdakileri unutup hıçkırarak ağladım.

Karaçay Tomruksuyu seralarda yatan halka çadır sağlamak istiyor. Seralar bitkiler için iyi, insanlar için hiç değil. Bölgedeki çadır sorununun çözümlenmesi ile, seralar tarım için kullanılabilecek. Yeniden.

Karaçay Tomruksuyu gibi başka yerel ve küresel bağımsız kurumlar depremzedelerin yanında Antakya’da. Samaritan’s Purse’un kurduğu Amerikan hastanesinde İngilizce konuşan doktor ve hemşireler, tercümanlarla hastalara yardim ediyor, İlk Umut’un sağladığı tuvalet ve duşları kullanıyorlardı. İlk Umut’un kurucusu Umut Şahin depremin ilk gününden beri kurtarmadan, çadır kurmaya kadar her alanda bölgede hizmet verdiklerini ifade etti.

United Sikhs bölgede üç yerde yemek pişirip dağıtıyor. Ülke yetkilisi Grupreet Eren Varaich ile beraber yemek ve çocuklara kırtasiye, oyuncak dağıttık.

Bu kurumlarda çalışan gönüllülerin bir kısmı da depremzede. Her ne kadar kalacak çadırları olmasa da geceleri, serada yatsalar da, gündüzleri komsularina yemek dağıtıyorlar, çocukları güldürüyorlar.

 

Yolda bölgeden ayrılan eşya yüklü, hurda yüklü kamyonlar gördüm, Rasim Şen, hem araba kullanıp hem de bana bölgeyi anlatırken, hüzün kapladı içimi. Gördüğüm gülen yüzleri hatırladım. “Hayat” dedim kendi kendime.

 

Ertesi günü Adana Atatürk Parkındaki çadır kente gittim. Fatma Keskinkılıç, Türkmenbaşı’nda 7. kattaki evi zarar görünce ailesiyle birlikte çadırda yaşamaya baslamış ikinci depremden sonra, ile kahve içtik, sohbet ettik. Bize yaşadığı depremi videoda anlattı. 15 yaşındaki ikiz kızları sohbetimize katıldı, hayallerden, kitaplardan ve müzikten bahsettik. Kucaklaşarak ayrıldım onlardan, depremden etkilenen herkesi kucaklamayı isteyerek.

 

 

Comments (2)

  • Asiye Uzuncakara

    Canım kızım,senle gurur duydum.Yaşananlar hepimizi çok üzdü. Herkese sabırlar diliyorum.

    • eda.uzuncakara

      Tesekkurler annecigim. Sabirla yeniden senlenecek deprem bolgeleri.

Comments are closed.